Romantik Evliya | |
... Teşrinievvel ayı derler
yani sonbahar, köyde soğukça hava belli etmeye başlardı kendini. Ekim ayı
ortaları yani sobalar kurulmuş odunlar merdiven altlarında yerlerini almıştı.
Çetin geçerdi bizim köyde kış hele bir de kar yağmaya başlasın o zaman gör,
boyumca kaplar her yanı ne bir haber nede ulaşım. Bekle ki güneş açsın hayat
dört duvardan öteye geçsin. Erzurum Aşkale ilçesinin abdalcık köyündenim. Babam
tütün içer ve kirli sakalının bıyık ortaları epeye sarılaşmış, yıllardır bir
dikiş tutturamamış Süleyman efendi. Hangi işle uğraşsa mutlaka yarıda kalmış
yahut kendi bırakmış, anadan babadan da bir şey kalmayınca halini siz düşünün.
Beş çocuk en küçükleri benim Allah yüzümüze bakmışta ağabeylerim çalışıp eve
ekmek getirir olmuşlar. Annem dokunmayın zaten kendi halinde yaşayıp giden ev
işleri içinde bizim içimizde gölge gibi savrulup duran hatuncağızdır. Eh birde
burasını anlatmak daima zor gelse de bana, hikâyenin bütünlüğü için bilmenizde
gerekmektedir. Babam hafiften gençlik yıllarında arkadaşlarının tavsiyesi
üzerine hovardalığı benimsemişte, annem ondan böyle olmuş der evin tek kızı
olan ablam, küçük yer burası azizim sen laf edersin eve varmadan kapıyı açar
sana, kendi lafınla karşılanmanın da tadına varırsın bizim buralarda. Babam
gece rakı masaları, hafta sonları şehir gazinoları derken paranın çıkışmadığı
günlerde anneme temiz bir sopa çeker evden çıkıp gidermiş. Ben pek
hatırlamıyorum bazen abim anlatırken sanki eskiden gördüğüm siyah beyaz
fotoğrafları elime almışta tekrar hatırlamak istercesine bakıyormuşum gibi
geliyor.herkes bir yana savrulmasında ne yapsın bu yaşamda. Yıllar kovalaşırken
birbiri ardına bende geldim on sekiz yaşıma. En büyük hayalimdi köy yerinde
bulduğum üç beş kitabı defalarca okurken uyku ile uyanıklık arası hallerimde
ceviz bir masanın başında son model royal daktilomla saatlerce gözlerimi ovuşturarak
yazmak. Nitekim gerçekte oldu, bugün istanbuldayım türk dili ve edebiyatı
bölümü ikinci sınıf örgencisi olarak küçük bir pansiyonda masamın başında
yazmaya başladım bu satırları. Size eski günlerimden beri bana anlatılan bir
hikayeyi konu edeceğim. Belki de benim kendime anlattığım bir hikayedir. Aslına
bakarsak kimin kime anlattığını sahi köyden büyüklerin meclisinden mi yoksa
haytalığa vurup köyün üst başında ki çeşmenin oraya tütün sarıp içmeye
gittiğimiz zamanlarda arkadaşlarımdan mı kim anlattı nerden duydum halen
hatırlayamam, lakin aklıma nasıl yer etmişse bir türlüde unutamam ‘’ Romantik
Evliya’’… Sene 1974 İstanbul’un köklü ailelerinden
sazendeniğah beylerin küçük oğlu dünyaya gelmiş, haliyle tahsili de aileye
yakışır olacak. Özel hocalar dönemin yatılı Fransızca eğitim veren kolejeri
derken yurt dışı yüksek tahsiller. Bizim mükremin sazendeniğah gelmiş yirmili
yaşlara. Tabi ailenin dinsel açıdan düşünceleri ve dönemin karışık uhrevi ve
manevi düşünceleri arasında. Yurt dışı ve ülke içi gördüğü karmaşıklar içinde
kendisini adam akıllı bulamayan genç efendi
aile baskısıyla da dini bütün olarak anılan bir kisveye müdaim olmuştur.
Henüz ne iş yapacağını bilmez ortalıkta baba parası ile gün geçiren, utangaç ve
sıkılgan adamın tekidir. Gün gelir odadan çıkmaz gün gelir çamlıca tepelerinde
dolanır insan yüzü ile pek haşır neşir olup iki kelam edemez. Halinin çözümü
olmayacağını düşünen baba Ferhat efendi oğluna temiz ve aileisne yakışır
münasip bir hatun bulup nikah etmek ister, tabi mükremin istemez fakat yine
elinden bir şey gelmeyeceği için razı görünür. Aradan pek geçmeden gülsultan
hatun ile nikah ederler. Aile saadeti dedikleri şeyin ne olduğunu bilmeyen genç
efendi ailenin kavramınıda beynini satılığa çıkarmış gibi bir türlü kavrayamaz.
Zaman böylece geçip gitmektedir. Lakin ortada bir sorun dense taşı gediğine
koymak olur da, yok olmalar vardır. Tabi gülsultan hatun mükreminin kendini
başka yosmalarla aldattığına kanidir. Fakat açamaz derdini kimseye günden güne
sararan çehresiyle konakta bir o yana bir bu yana salınıp durur hatun. Mükremin
iki gün evde ise üç gün yoktur. Aklınıza tabi olarak yukarda bahsettiğim durum
üzere mükremin artık hovardalığa vurmuştur kendini diye bilirsiniz. Fakat
mükreminin ciddi anlamda hiçbir sazlı sözlü ortamda gölgesinin şekline bile
rastlanmamaktadır. İçi içini yiyen gülsultan hatunun halinden anne bir şeyler
sezmektedir. Sorar bir gün hatuna -
Gelin kızım bir
derdin var galiba anlatsana -
Yok anneciğim ne
derdi Allah bundan geri koymasın Deyip savuşturur
gülsultan anneyi de, lakin iyice yerini huzursuzluğa bırakmıştır bu durum.
Kıskançlıklar düşüncesizlikler. Kavga e geçimsizlik derken mükremin ile
gülsultanın arası iyice bozulmuştur. Mükremin tüm olanlara rağmen halen
sakinliğini bozmamakta ve umurunda değilmiş gibi tavırlar içerisinde
bulunmaktadır. İşi başından beri alaka ile takip eden
mükriminin yetişmesinde de babasından daha çok emeği geçtiğini
söyleyebileceğimiz. Konağın işleri ile oldum bitti ilgilenen servettin efendi,
gülsultan hatunun yanına vararak gelin kızım ben senin sıkıntını bilmekteyim
sen böyle içerleme der. Ben içini dışını bilirim mükreminin temiz çocuktur.
Yanımızda büyüdü aile terbiyesi aldı. Yurt dışında Fransalarda beyefendilik
öğrendi. Aklını ferah tut hanım kızım senden başkasına gönül muhabbeti duymaz
bizim oğlan, o oldum bittim biraz serbest ruhlu idi yine kendini dinliyordur.
Çocuk ikende böyleydi, kimselerle oynamaz tek başına ya havuz başında dolanır
yada bahçede ağaç altına uzanırdı. Bunları söyerken servettin efendide
gülsultan hatunun biraz daha rahatladığını gözlerinde ki bakıştan anlamaya
çalışırken kendi bakışlarını istemsizce kaçırmaya başlamıştı. Çünkü aklını
zorlayan düşüncelerin dudaklarından hatunun yanında dökümemesi gerekmekteydi. -müsadenize gülsultan
hatun Diyerek yanından
ayrıldı. Yaşlı sakallarının beyazını elleriyle karıştırarak konaktan havuza
açılan beyaz çift kanarlı kapının genelde kullandıkları sol tarafını iterek.
Havuz kenarına inmişti servettin efendi aklını yiyip bitirecekmiş gibi
kurcalamaya başlayan genç efendinin bu halleri ve nereye gidip günlerce
gelmeyişini kendine merak edinip her ne oluyorsa olaylar daha da içinden
çıkılmaz hal almadan çözmeyi istemişti. Nitekim o dönemlerde Avrupa denilen
memleketlerde sayıları epeyce artan dedektiflerden kendisinin ne eksiği vardı
ki, hatunun derdini şıp diye anlamıştı. Demek dedektiflerde insana bakınca ne
olduğunu anlayan kişilerdi. Servettin efendiye göre bir gün takip eder ne olduğunu
öğrenirim eni sonu demişti. Konakta istanbulun soylu ve ileri gelenlerinin
şerefine baba efendinin arada bir işlerini yürütmek adına mı yoksa dini
sohbetler için zemin hazırlamak adına mı olduğunun bugün bile halen çözülemiyen
görkenmi sofralarla hafif müzik eşliğinde ki yemekli toplantı adı altında
yapılan gecelerden birinin ortasında buldu mükremin eve geldiğinde. Her zaman
ki gibi sessiz sakin ve etrafındakileri görmezcesine bakan gözleri ile aralarda
dolaşıyordu. Sıkıcı buluğu bu toplantılarda dikkatini çeken
babasının konağın büyük salonunda ki masada erkekleri toplayıp bir şeyler
anlatıyor olmasıydı. Pek kulak misafiri olmazdı aslında amma geçerken de
merakının kendine söylemediği heyecanı ile hafiften kulak kabartırdı. Babası ey
sevgili kardeşlerim Allah herkesin gönlüne göre verir gibi cümlelerle devam
eden dini bütünlük gösterileri yapıyordu. Tüm bu yaşanalar kendini günden güne
iyice sıkıyor ve sanki labirentin içinde ki oyuncu gibi çıkışı bulamamanın ve
güneş batarsa karanlıkta kalmanın korkusu ve soğuk yüzüyle tanışmanın halini
iyice içinde hissetmeye başlamıştı. Bunların üzerine baba efendi ile bir
konuşmasında artık kendilerine ait bir eve taşınmaları gerektiğinden,
gülsultanında aynı fikirde olduğundan bahsetti ki hatunun bu düşüncede saf bir
bebek kadar bile rolü yoktu. Fakat ailenin günden güne mükreminin üstünde ki
baskısının arttığını ve evde ki her çift gözün kendisini takip ettiği
düşüncesinin günden güne çekilmez hal aldığını hisseden genç efendi. Baba
efendiden boğaz içinde ki küçük yalıyı kendilerine tahsis etmesini ve bunun
karşılığında da şirkette teklif ettiği tahsili ile alakası olmasa da
yapabileceğini düşündüğü işçilerin aylık giderlerini ve gelirlerini
hesaplamakta ne olabilir düşüncesi ile kabul etmişti. Aslında yapacağı işin tam olarak ne olduğunu
anlamayan ve şirkete gittiği ilk zamanlarda sadece boş defterlere ve eski
yazıların olduğu defterlere bakarak zamanı geçiren genç efendi, kendisine
şirketin daim elamanı olan Şükriye hanımın yardımı ile bir şeyler öğrenmeye
başladığında şirkete gidip geldiği sürenin nerdeyse üç ay geçtiğini fark
etmişti. Zamanın bu kadar çabuk geçmesi ve yaşadığı kimi günleri
hatırlayamaması kendisinin de garibine gidiyor hatta bundan kimi zaman rahatsız
oluyordu. Küçük yalıda mutlu bir aile saadeti
içeridinde gülsultan hatun ile yaşamına devam ediyordu. Genç efendi buraya
taşınmakla iyi yaptığını kendilerine iyi geldiğini düşünüyor. Evine ve eşine
daha çok bağlı olduğunun hissediyordu. Yılların kovaladığı yaşı zaman içinde
epeyce ilerlemeye başlamıştı ve süreçte eli yüzü geyet düzgün ve hatırı sayılır
bir yakışıklı yetişkin olmuştu genç efendi. Tabi arada kaybolmaları yine
eksilmemiş ve devam etmişti. Gülsultan hatun iyice alıştığı bu duruma artık
içerlemiyor, yıllardır süre geldiği için mükreminin kendisini aldatmadığını
hatta sadece kafa dinleyip işlerine yoğunlaşmak için böyle bazı günler ortadan
kaybolduğu düşüncesine kendini iyice inandırmıştı Dedektif servettin efendi, sizlere ömür geçen
zamanda dünyasını bir hamle ile değiştirerek. Arkasında kimsecikler bırakmadan
göçmüştü, servettin efendinin genç efendiyi takibinden de hiçbir şeyi kimseye
anlatmaması dikkatleri pek çekmemişti ne de olsa gülsultan hatuna söylemişti ki
durumu kabullenişi ile artık ona da anlatmanın gereksizliğini ve ailenin
huzurunu kaçırmanın gereksiz olduğunu bilere hizmetine devam edip kalan
günlerinin daima sessizlik ve kitaplar içinde bir şeyler okuyup bir şeyler not
ederek geçirmesi de kimsenin dikkatini çekmemişti Mükremin efendi işine
iyice alışmış Şükriye hanımla da çok iyi anlaşmıştı. İdareyi kavradığında
Şükriye hanımı kendisine özel kalem olarak terfi ettirmiş ve birlikte çalışmaya
devam etmişlerdi. Şirkete gitmediği günlerde Şükriye hanım idare ediyor.
Efendinin yokluğunu kimselere belli etmiyordu. Mahareti ve kıvrak zekası ile
baba efendinin bile sorduğu yahut yanına çağırttığı zamanlarda yerinde yoksa
gayet mümkünü olabilecek cevaplarla baba efendinin aklını çeliyor. Ve genç
efendinin işini bitirip mutlaka sizi özel ziyaret edip malumat verecektir diyordu. Kimi günler şirkete
birkaç gün arayla gelen efendiye izahat eden Şükriye hanım, genç efendinin çoğu
zaman sanki bu işi ilk defa yapıyormuş gibi davranmasını garip bulur,
gülümseyerek illaki beyefendi sizde sanki bu işi ilk defa yapıyorsunuz
diyiverirdi. Genç efendinin o zaman ki boş ve anlamsız bakışlarından
çıkaramadığı mana ile işi anlatmaya devam eder. Fakat efendinin sorularıyla
bunaldığı zamanlar -
Haliyle
yorgunsunuz efendim, ben işleri düzenleyip size öyle izahat verim Diyerek odadan müsaade
ile çıkardı. Gülsultan hatunda artık kendini gezmelere ev sohbetlerine,
kadınlar arasında bakmayın siz bunların dini bütün ailelerden geldiklerine
yaşayışları Avrupalılarda olmayan tavırlar barındıran arkadaşlarını
çekiştiriken, onlardan da geri kalmayan yaşam tarzı içerisinde bulunmaya
başlamıştı iyiden iyiye, hani animallah bu ortamlarda daha neler de oluyordur.
Tabi bunların bile bir zamanı vardı. Uzun zaman sonra iş seyahatleri için fransaya
gitmesi gereken genç efendi okul yıllarını özlediğini birkaç zaman kalıp geri
geleceğini baba efendinin kesin malumatı olduğunu, gülsultan hatuna boğazı
gören pencere kenarında kurulan sofrada akşam yemeklerini yerken anlatıordu.
Hatunun eski tavrı kalmamıştı, eskiden olsa yemekten kalkar surat asar
düşünceli ve üzgün haller alırdı. Zaman dedik ya azizim insana öğretiyordu
beklide bilindik alışkanlıklar elde ettiriyordu. Sadece -
Yolun açık olsun
efendi sağsalim git gel işlerini hallet Demekle yetindi hatun,
bunun üzerine birkaç günlük hazırlık ve işlerin düzeni sonucunda, burada ki
işleri Şükriye hanıma emanet eden mükremin ilk uçakla fransaya uçtu. Fransada indiğinde görüşmeler yapacağı
şirketlerin sorumlusu aslen türk kökenli olan fakat artık bir Fransız kadar
Fransalı olan ümit kendisini karşılamış ve otelin kadar refakatçı olmuş,
ihityaçları için yardımda bulunmuştu. Mükremin yüksek tahsilini Fransa da
yaptığını az da olsa buralara aşina olduğundan bahsetmişti otel yolunda
giderken. Ümit buraların o dönemden bu yana biraz değiştiğini tabi halen eski
Fransa’nın aşk kokulu sokaklarının yerinde olduğunu küçük fakat sırıtırken bıyıklarının
altından kayan dudağıyla ima etmişti. Gayet serin bir kış akşamı oteline
yerleştikten sonra Paris’in sokaklarında küçük bir gezintiye çıkan genç efendi,
okul yıllarında ki bazı hatırladığı caddelerde dolaşarak sigarasını içti,
aklında halen eski günlerden kalma düşünceler. Ve sürekli unutmaya çalıştığı
yorgun gözlerinden belli olan bir hatırayı anımsayarak gökyüzüne yıldızlara
bakması görenlerde acı denilecek kadar endişeli bir hal yaratmaya sebep verecek
cinstendi. Evet aslında burada müdahale ederek, akışı
kesmek istemezdim fakat bu acı hale gelmişken nedenini sizinde meraklarınızı
yıpratamadan anlatmanın daha doğru olduğu düşüncesine girmişken, yüksek
müsaadenizle sizi biraz daha eski döneme götürerek anlatmaya devam edeyim. 1974 senesinde hatırlarsınız ki genç efendi
dünyaya gözlerini açmıştı, tabi bu dönemde tek doğan bebek bizim efendi
olmadığı gibi boğazın karşı yani Avrupa yakasında bugünlerde mükremin efendinin
oturduğu yalının tam karşısına denk gelen şiirzadelerin de dünyalar güzeli bir
hatun bebekleri dünyaya gelmişti. Tabi kader diyerek de olaya başlaya biliriz
lakin kader dediğimiz meseleyi insanoğlu seçimleriyle belirlediği için kader
demeyi pek doğru bulmuyorum. Tamamen hayat kendi seçimlerimizden oluşan yaşam
biçimidir demek daha bütün bir olguya ulaştırır bizi, şiirzadelerin bu küçük ve
sevimli saçları altın sarısı gözleri açık kahverengi hafif uzun suratı ile
geniş yanaklarına adeta bir renk ve ahenk katarcasına yerleşmiş pembe ve zarif
dudaklı kerimiye düyaya gelmişti. Tahmin edersiniz ki uzatmadan eğitimler,
kolejler yurt dışı yüksek eğitimlerle dolu hayatın bir parçası oluvermişti. Ortaköy
taraflarında ilk ve ortaokul dediğimiz düzeyde eğitim veren kolejde tasadüf
budur ki mükremin ile aynı sınıfta eğitim almışlardır. Lakin sınıfta
popülerliğin ve daha rahat bir aile yaşamı ve baskısız düşünceler özgür
kuşlardır. Felsefesi ile bey babasının kızını serbest yetiştirmesinin sonucunda
okulda her türlü etkinlikle katılıp arkadaşlık kurabilen kerimiye gayet göz
önünde ve güzelliği ile gençlik çağlarının damarda durmaz kan potansiyeliyle
kavgalara çok kez sebep vermiştir. Bizim acı meselemizde buraya dayanmaktadır.
Mükremin bu dönemlerde aşık olduğu kerimiye şiirzadeye halen içinde yeşermiş
tohumun tazeliğini koruyarak ilgi ve alaka besliyordu. Evet mükremin evli fakat
sizde takip ettiniz ki bu bir aile baskısı ile gerçekleşen ve dam eden bir
birlikteliktir. Mükreminin bunca yıldır halen niçin kerimiyeyi bulmadığı
konusunda ve içinde kileri anlatmadığı konusunda işin açığı benimde merakım
henüz giderilmiş değil. Mükremin Fransa da iş görüşmeleri sürerken
neden istanbulda değilde Fransa da kerimiyenin yokluğunun boşluğunun daha çok
duyduğunun bir türlü anlayamamıştı. Aynı sokaklarda dolaşmış olabilecekleri
ihtimalini düşünüyordu. Çünkü o zamanlardan halen ailecekte bağları olan birkaç
arkadaşı ile görüşmesinde sınıftakilerle görüşürmüsünüz sorusu aslında direkten
kerimiyeden haber var mı demek isteyişi ile aynı şeydi kendi için, ve bunun
üzerine aldığı birkaç cevapla kerimiyenin de yüksek öğrenimini pariste
gördüğünü çok ilgi göstermeden arkadaşlarından dinlemişti. Şimdi içi içine sığmıyordu. Kendininde
tarifini bilmediği bir semtin keşine çıkmışçasına içinde heyecan ve mutluluk
vardı. Koşan atların dizginini bırakan biniciler gibi kollarını boşlukta
sallarken yürüyüşünün farkında olmadan gövdesi daha öne doğru eğilmekyetdi.şu
köşeden mi bakmıştır, bu caddeden belki evine yürümüştür. Arkadaşları ile şu
şanzelize kafede meşhur Fransız kahvesinden tatmıştır diyordu. Düşünceler iki
kartına çıkarak beynini günden güne daha çok meşgul eder olmuştu. Tabi ki bazı
günler kaybolması yine de kesilmemişti. Ümit kendisini toplantıya götürmek için
geldiği kimi günler odasında olmadığını görürdü. E resepsiyona sorduğunda
çoktan çıktığının ve iki gündür gelmediğini öğrenirdi. Bu konu hakkında aslında
baba efendi sıkıldığı zamanlar dokumayın birkaç gün dolaşır geri gelir diye
yazmıştı şirket görüşmeleri için mükreminin geleceğini ümide bildirirken. Bunun
üzerine ümit çokta telaş etmiyor fakat mükremin efendinin canını sıkan şeyin ne
olduğunun bilmek istiyordu. Genç efendinin mutsuzluğu, suskunluğu ve içine
kapanıklığı bu ortaokul yıllarına dayanıyordu. Kerimiye ye bir kere söyleye
bilseydi beklide duygularını çok daha farklı olacaktı her şey birlikte yuva
kuracaklardı. Çocukları olacaktı, gezeceklerdi. Düşünsenize ne kadar mesut bir
tabloyu seyrediyor olacaktık şimdilerde. Aynı ünlü ressam tabloları gibi dimi
mesela ilk akla gelen işte, genç efendi bunca yıl içinde gizlediği bu düşünce
ve duygular ile yıpranmışlık hissi içinde yaşayıp gidiyordu. Hayat dedikleri merhale
yoğunluk ve yorgunluk arasına sıkışıp kalmaktır. Nefes alabilmek için daha yükseklere
çıkmak gerekmektedir.Her ruh ulaşamasa da bu yüksekliğe mutlaka kendine ait bir
yüksekliği de elde etmiş olacaktır. Yani çabanın doğrultusunda elde edilen
başarı kendi başarımız olduğu gibi zararın elde edilmesi de bizim isteğimizle
orantıya sahiptir. Düşünceleri daha da karmaşık hal almaya
başlamıştı genç efendinin. Bunlardan haberi olmadan hayatına devam eden
gülsultan aslında her kadın gibi beklide içsen sezgileri ile bunları hissediyor
fakat mükremini değiştiremediği için elinden geleni ardına atıyordu. Mükreminin kerimiyesi ne güzelde
yakışıyorlardı. Sürekli düşünceleri ve zikri ile gözleriyle gökyüzünde hatırı
kaldığı kadarıyla yüzünü çiziyordu kerimiyenin gözleri kahverengi saçları sarı
ve bulut yumuşaklığında dudaklarıyla gülücükler saçarak güneşi doğuruyormuş
gibi içini ısıtıyordu mükremin bu hayallerle. Kerimiye de artık yaşını başını almış gayet
olgun ve çocuksu güzelliğinin yerini hanım hanımcık tazelik ve zerafet almıştı.
Halen evlenmemiş ve özgürce yaşayan kerimiye kendini gezmelere vermiş. Yeni
yerler arkadaşlar keşfine çıkmıştı. Kışlarının genelde istanbulda ailesi ile
dost meclislerinde bahar ve yaz mevsimlerini kimi zaman ilklimi hoş ülkelerde
kimi zaman akdenizin egenin mavi gözlü denizi de geçiriyordu. Kerimiye gönlünü
kolay kolay kaptıracak bir kız değildi. Fakat uzun sürelerden beri aklında ve
gönlünde yer etmeyi başarmış kibar bir beyefendi vardı Aşık olabilmiş olmasına kendine pek mümkünlük
vermemesine rağmen, görüşemediği günlerde kendini kötü hisseder sohbetine muhabbetine
katılamadığı günler fenalaşırdı. Tabi gezmesinden eğlencesinden hiçbir zaman da
taviz vermezdi. Nerde olursa olsun bir gün bir saat bile olsa bu genç beyefendi
ile mektuplaşıp mutlaka görüşürlerdi. Mükremin Fransa dan dönmüştü iki haftalık iş
görüşmesi esnasında Türkiye ye haftada bir mutlaka gelip gittiğini ve bunu ümit
beye organize ettirdiğini, Fransa da ki şirket sorumlusu baba efendiye giderler
ve harcamalar mektubunda bildirmişti. Baba efendi bu işte bir gariplik
olduğunun mükreminin haftada bir geldiğinde kendisine veya anne hatuna
uğramadığının düşünerek. Neler karıştırdığını merak etmişti. Köşke döndüğünde -
Yahu hatun iki
haftadır mükremin Fransa da özledik Diyordu. Tabi maksadı
kendisinin haberi olmadan eve anne hatunun yanına mükreminin uğrayıp
ugramadığını ögrenmek istiyordu. -
Evet efendi
özledik vallahi Cevabı baba efendiyi
daha da meraka teşvik etmiş, neler olduğunu anlaya bilmek için derin
düşüncelere dalmıştı. Mükremin sıkılgan çocuktu bu güne kadar işte bile hayret
iyi durmuştu. Fakat görüşme için gittiği yerden bile hafta da bir Türkiye ye
neden gelsindi. Baba efendi rahmetli servettin efendi gibi gardı eline almıştı.
Dedektif gibi küçük soruşturmalara başlamış olayı tahkik etmek için uğraşlara
girişmişti. İlk olarak aklına şirkette mükreminin özel
kalemi olan Şükriye hanım geldi. Ve çağırtarak kendisini odasında çay ikramı ve
güler yüzü ile karşılayarak sohbet etmeye başladı. -
Hanımefendi
bizim mükremin de çalışma esnasında garip heranği bir şey gördünüz mü Şükriye hanım ilk başta
yüzü hafif kızararak aklına gelen açık ve kötü denilebilecek fakat insanında
bir gerçigi olan düşünceleri savuşturarak. Baba efendinin aslında ne sormak
istediğini anlamaya çalışarak başının salladı. -
Hayır efendim,
gayet başarılı dedi Şükriye hanım genç efendiden
yaklaşık olarak iki yaş kadar büyüktü lakin hayatın kendi alanında yaşarken
gördüğü zorluklar ve geçirdiği talihsiz aile ve aşk olayları yüzünden
olduğundan biraz daha alımlı ve büyük gösteriyordu. Ama bu olgunluk ve büyüklük
güzelliğini gizlemiyor aksine kendisine daha da bir alımlılık veriyordu.
Şükriye hanımı teşekkür ederek odasından işinin başına gönderen baba efendi
merakın ağına iyice sarılmaya başlamıştı. Mükremin içinde duyduğu acı ile hayatına devam
ediyor. Dost meclislerinden ve kadınlar arası eğlenceden kafasını alamayan
karısının bu halini hoş bile görüyordu. Ne kadar yalnızl kalırsa ve
yalnızlaşırsa o kadar kerimiyenin hayalini kuruyor kendisini mutlu edebilmenin
çaresinin gözlerini ve çocuksu sesiyle adını çağırışının kulaklarında yankılılanması
oluyordu. Kolej sıralarında sessizliği ve kendine özgü
dünyanın ötesinden gelmiş yalnızlığı ile pek arkadaşı olmayan mükreminin
ödevlerinde ve sınavlarında da başarısızlığı su götürmez gerçeklerdendi.
Kolejin kendisine ait olan bilenler bilmediklerini ögrenirken bilmeyenlere de
bildiklerini ögretebilirler politikası altında kafakarıştırıcı ve ücreti iki
katına çıkarmanın nedenini mükremin ve kerimiyenin koleje yazılma dönemlerinde
bulmuşlardı. Sınıf ögretmenleri vurdum duyman bir kadın
olunca ve mükremin gibi örgencilerle ugraşmayı zaman israfı saydığı için kolej
politikasını uygulayıp birkaç grup halinde çocukları konuları bilen diger
arkadaşlarına çalıştırıyordu. İşte bu dönemde kerimiye özgür olduğu kadar da
zeki bir kızdı. Ve mükremin daima başka gruplara verilmesine rağmen
anlamamazlığa vurarak kermiyenin grubunda dinlerdi. Kerimiye birkaç kez ‘’sen bizim gruptan
degisin –mükremin-‘’ demişti. Ve hayatı boyunca kulaklarında çınlayan bu
cümleyi bir türlü silememişti, gerçi genç efendinin bunu hafızasını dahi
kaybetse tek hatırlayacağı cümle olduğunun kendisine bile itiraf etmişti üstü
kapalıda olsa. Baba efendinin günden güne arta merakı ve
oğlunun bu iki üç güne bir kayboluşu baba efendinin yaşlandıkça daha çok
dikkatini çekmeye başlamış. Uğraşacak diğer işleri yolunda olduğu için boş
zamanını hayatı boyunca dinsel bünyenin yapısı içinde kaybolduğunu atadan beri
kendisini yaşayamadığını fark etmesi ile hayatın renkleri içinde olan macera ve
zevkleri tatmak için uğraşlar içine girdiği görülmekteydi. Bu gibi zamanlarda
bakımının daha iyi ypar yıllardır kesmediği sakalını kısaltır. Ve beyoğluna
istiklal cadedesine çıkardı. Hayatını istanbulda geçirmesine ragmen
buralara ne kadar az geldiğini bu sokakların caddelerin güzelliklerinden
insanlardan uzak kaldığının düşünerek içinde ki kaybedilen günleri kazanma
kampanyasına üç beş bileti bu günlerde yeni kestirmişçesine savurup ocuklar
gibi şendiği dakikalar oluyordu. Yaşlılığın verdiği çocuklukla yeni ögrenilmiş
bir cümle gibi tekrar düştüğü bir kça şeyin içerisinde mükremini ne işler
karıştırıyor da vardı. Mükremin baba efendisinin kendisinin peşinde
olduğunun farkında değildi. Hayatına gündelik rütinlerine ortadan kaybolmalara
devam etmekteydi. Evle baglantısı iyice kesilmişti gülsultan hatun bir çocugumuz
olsa böyle olmazdı gibi son zamanın en pooüler lüks ve lüks olmayan hayatlar
içesiinde sinsi virüsler gibi barınan cümleyi tekrar eder. Nasıl hal çaresini
bulacağınıda bilmezdi. Hikmettir ki ikisinden birinde bir kusur vardı. Ama
kimdeydi ondan bunca zamandır çocukları oluyordu kendi düşüncesine göre, yoksa
aksi bir durum olması söz konusu bile değildi. Kerimiye tüm ihitşamı ile mekanlarda
dolaşmaya, gerdan kırmaya aman böyle dedikse hafif meşreptir sanmayın sadece
eğlenceyi seviyor, kokteyl içiyor kalbininde temizliğini özellikle dikkat
ediyordu. Gez zaman git zaman çıkan talipleri hep hiçe sayıyor bey babasının
yahut anne hanımefndisinin meclislerinde ki muhabbetlere kıvırtkan bir cilveyle
sıyrılıyordu. Aklı fikri takılmıştı şarkıalr türküler onu görmediği zamanlarda
daha bir boş renkler daha cansızdı. Kendisine itiraf etmekten kaçındığının duyar
gibiydi. İçinden bir ses aşık olduğunun artık sadece onu istediğini söylesede.
Kerimiye bunu kabul edemezdi çünkü o hayatı daima sıkıcı bulmuş ve öyle yşıyanları hafif bir alay ile diline
doladığı olmuştu çoğu kez, şimdi durduk yere hemde kendisini sevdiğini söylese
bile bu kadar zamandır. Daha derin düşüncelerinin açmayan bu beyefendi ile
nasılda hayat kurabilirdi. Evet tanıyordu, birlikte çok güzel vakitte
geçiriyordu. Beyefendi gayet kibar okumuş görmüş ve varlıklı biriydi. Ama
evlilik hayalini süsleyen kişimiydi, değilse bile neden başkasını
düşünemiyordu. Yine her zaman ki gibi aralarında her zaman ki
sanki bir sır gibi olan buluşmalarında hiç bir zaman yer ve saat belirtmezlerdi
çünkü çoğu zaman ya rast gelirlerdi yada belirli yerlere alışkanlık halinde
gittikleri için orda buluşurlardı. Yine Salı sabahı Sarıyer sırtlarında boğaz
manzaralı bir lokantada denk geldiler. Daha açıklayıcı olacak olursak
buluşacakları günleri artık tahayyül ediyor ve kimin boşluğu varsa önceden
oralara gidiyordu. -
Hanımfendiciğim
merhabar, buyurun ne güzelsiniz yine, kuşlar kıskançlığından bayılmıştı
göklerde, toprak zarifliğinizden bahsetmekte, bu ne endam bu ne güzellik böyle
gözlerine beni hapseyle -
Aman efendim
aman mahcup etmeyin beni Çok muhabbetlilerdi
beyefendi olabildikçe kibar ve görgülüydu. Şiirlerle arası epeyde iyi
sayılırdı. Mesela kerimiyeyi gördüğü anda yazmıştı o mısraları, tabi
kerimiyenin soyadından da anlaşılacağı gibi soyunda büyük babalarından kalma
şairlik vardı. İstanbulun tanınmış
mecmualarında yazan ve kitapları halen bazı dillere de çevirlmiş olan Ragıp
şiirzade efendinin torunuydu kerimiye, o yüzden anlıyordu şiirden. Zaten büyük
dedesine göre şiirden anlamayan insana laf anlatmakta zordu. E beyefendi
şairlik alameti taşırdı, ilim bilirdi hatta bazı günler bulştuklarında uzak
doğudan bile bahseder güneşin üstüne doğan şehirleri anlatırdı. Adeta yanındayken çocukluğunda bakıcısı hanım
ninenin anlattığı peri masallarının canlandığının görürdü. Konuşurken sesler
kesilir yalnız ikisi kalır saatlerdir susarlarmış gibi gelirdi. Bu tarifler bu
güne kadar arkadaşlarından kitaplardan dinlediği aşk’ın halleriydi, ama daha
tam olarak tanımıyordu bile, aşık olamazdı. Gerçi aşk böyle bir şey değil miydi
hani işi yani, aşk matık çerçevisinin oyunu olamazdı. Gönül merhalesi curcunası
beklide köye gelen çocukluğunun ilk karnavalı gibiydi. Teslim olmak gerekmez
miydi. Şüphelenip içinde kalıtsal düşler aramak zamanı geriye saramamak gibi
değil miydi. Kerimiye elinde olmadan
dalıp gitmişti. Beyefendi farkına vardı fakat kerimiye dağlın ve düşüncenin
puslandırmış gözleriyle öyle kendisine bakıyordu ki, kıymak elde değil. Sadece
her şeyi bırakıp seyre dalmak geliyodu içinden. Vakit epeyce geçkin olmasına
rağmen zamanın nasıl geçtiğini anlamamaları lokantada kimselerin kalmayışı
artık kalkmaları gerektiğini garsonların itici gözelerinin ve alakasız
gülüşlerinin içinde görebiliyordu. Kerimiye neden sonra kendine geldiğinde bir
anda gülmüştü, beyefendi anlam veremediği bu gülüşüne tebessümle karşılık
vererek lokantadan kerimiyenin hardal sarısı çeketini giydiren garsondan bile
kıskanırcasına baktığını son anda kerimiyenin görmesinden korkarak kapıya doğru
uyuşuk adımlarla giderken arkasında kalışının bile kendisine acı verici
olduğunu hissetti. Sarıyerden mecidiyeköy tarafına birlikte taksi
ile geçtikten sonra halen birbirlerinin evlerini bilmediklerini ve hiç
birbirlerine gidip gelmeden daima geçen bunca zamana karşı hep dışarıda
görüştüklerini düşündü kerimiye, fakat bunda kendinin de payı olduğunun anne ve
babasının bulunduğu eve bir erkek arkadaşının götürürse bu yaşta artık daha
ciddiye alacaklarının düşündüğünden bunca zaman götürmemişti. Peki beyefendi
neden hiç davet etmemişti kendisini söylediğine göre yalnız yaşıyordu. Kendine
ait evi vardı ve bei davet etmesinde hiçbir sakınca olmadığını söylemişti.
Kerimiyenin o an aklına bakışları geldi beyefedi bakarken bile kerimiyeyi
incitemeye çalışıyor. Gözlerimin ağırlığı altında ezilmesin kerimiye
hanımefendi der gibi iki saniyede bir gözerlini kaçırıyordu. Lakin sohbet
ederken bile buna dikkat edip sohbetin alakasız olmadığını da ifade edecek
kadar canlı ses ve gülüşle tamamlıyordu. Böyle bir adamın tutupta kendisini evine davet
etmesini beklemek biraz abest olabilirdi de çünkü yanında bile bazen onca
laflar eden güzel sözlerle başdöndüren bu beyefendi tutulup kalıyor sanki onca
düşünceyi kendi söylememiş gibi utanıyor aniden kalkalım mı diyordu. Farklı
biriydi günü gününü tutmuyor kendinden pek bahsetmiyor. Övgüler ve şiirler
peşinde hayaller peşinde birbirimizi sürükleyip trenler gibi uçsuz buçaksız
duraklar aratıyorduk.kimi zamanlarda sorduğum sorulara verdiği cevaplarla
tatmin olmamak elde değilken kimi zaman soruyu anlamaya çalışır gibi merakıyla
bakışından bir şey anlamadığını sezmekte güç değildi. Baba efendi Beyoğlu
sokaklarının arşınladıktan sonra geç saatlerde köşke dönüyordu. Bu değişimi
fark eden anne hatun iş görüşmeleri ve yorgunluğun verdiği haldir diyerek
uykusunu bölmüyordu. Durum bacayı dev gösterecek kadar vahim hal almaya
başlamıştı oysa baba efendi gördüğüne aşık oluyor. Her şeyle alakayı kesiyor
sadece haftalık devam ettiği arkadaş meclislerinde ki dini sohbetlerine devam
etmeye çalışıyordu. Bunu da belki de babasından kalma miras gibi görüp doğru
olanları anlatan insanın kötü olamayacağının hissiyatı ile alışıldık bir
şekilde yapıyordu. Mükreminin hali aynı devamdı. Aklında
kerimiyeden başka hiçbir şey kalmamaıştı kimi geceler yalıda boğaza bakarak iç
çeker yıldızlarla konuşur şiirler okurdu. Hayalinde kalmıştı ya boğazın
karşısında oldukları her zaman yalıda havanın iyi veya kötü oluşuna aldırmadan
geceleri mutlaka karşı tarafa çıkıp bakardı.insanların aynı dünyada olup bir de
aynı şehirde olup birbirlerinden nasıl ayrı yaşadıklarını düşündükçe aklını
oynatacakmış gibi beyninin ısındığının hissederdi. Boğazdan geçen yük
gemilerinin bacasından çıkan kara dumanın aslında kendi içinde biriken dert
olduğunu düşünerek tebessüm ederdi. Kendi bir gemi olsaydı bundan daha kara
duman çıkarırdı ya neyse, geçerdi elbet hem alışılmadık şeyler yoktu hayatta
öyleyse neden alışamamıştı yokluğuna, hem de hiçbir münasebet yaşamadıkları
halde sadece bir görüş iki beklide üç defa sesleniş kocaman kolej hayatı
boyunca sadece bir kere o da net hatırlayamadığı halde elinin eline değişinden
bir insan bu kadar sevebilir miydi. Adalet nerde diye düşünüyordu. Allahın
varlığına inancı tamdı ama adalet dedikleri şey gönülden istenince olmuyor
muydu. İsyan edenler boşuna isyan etmiyor diye düşündü. Hafiften serindi hava
farkına varmıştı ama içinin yanğını buna engeldi. Şimdi üşümenin hem zamanı
mıdır derdi arada bunca mesafe olmasına rağmen karşı yalılara bakıp göre bilme
ihtimaliyle gün geçirmenin ne demek olduğunu balıkçının yanında bir balıkta
bana düşer mi diye bekleyen kediden başka kim anlayabilirdi. Gerçi onun bile
şansı benin gibi balkon kuşundan fazlaydı.
|
|
Okuma: 1202, Tarih: 27 Şubat 2017 Pazartesi |